30 Mar 2016

Kaybolmuş bir ruh

  Yorgunum bu aralar. Hem de o kadar yorgunum ki... Haftalarca, aylarca dinlenmeye ihtiyacım var. Kafamı boşaltmaya, huzur dolmaya... Böyle sessiz, sakin bir sahil kasabasında kendime gelene kadar yaşasam ya da ıssız, kimsesiz bir adada. Yani deniz olacak her türlü. İstanbul'a biraz olsun katlanabilme sebebim, boğaz. Tabi yakından bakmayacaksınız, o zaman içiniz acıyor, üzülüyorsunuz.



  Eskiden yani küçükken bir derdim, bir sorunum olduğunda üzerine gitmez, unutmak için bir şeylerle ilgilenirdim. Zamanla anladım ki o zaman o dertler, sorunlar daha çok sıkıyor canınızı, daha çok acıtıyor yüreğinizi. Bu yüzden daha sonra üstüne gitmeye başladım onların. İlk başlarda her şey güzeldi ama sonra çok düşünmeye ve kafama çok takmaya başladım. Uykularım kaçacak kadar, neredeyse hasta olacak kadar. Bir gün yine kafamı yiyen dertlerim olduğunda aldım elime kalemi, kağıdı başladım yazmaya. Bir bakmışım ki soluksuz sayfalarca yazmışım, içimde ne varsa dökmüşüm kağıda. Biraz da rahatlamıştım tabi. O zamandan beri ne zaman içimdeki dertler yük olmaya başlasa alırım kağıdı, kalemi yazarım durmaksızın. Bu konuda biraz eski kafalıyım sanırım. Kalemle yazmadan rahatlayamıyorum. Dokunmatik ekran, tuşlar aynı tadı vermiyor bana. Kitapta da öyle ya da herhangi bir yazıda da okuyamıyorum ekrandan.



   Neyse daha sonraları bir yöntem daha keşfettim dertlerimi atmak için, denize bırakmak. Korkmayın canım kağıda yazıp denize atıp kirletmiyorum. Kafamdan gönderiyorum sanki somut bir nesneymişçesine. Bunu lise zamanlarımda keşfettim. Tabi lisemin konumu da buna yardım etti. Canım sıkkın olduğu zaman daha kimseler gelmeden okula, boğaza karşı bir bankta otururdum. Bir kulağıma kulaklık takardım ve hafif bir de müzik açardım. Sesi de son derece kısık olurdu. Sanki rüzgar uzaklardan bir yerden getiriyormuş gibi hissederdim. Bir süre denize, Anadolu Yakası'na, Kız Kulesi'ne bakar, sonra da gözlerimi kapardım Orhan Veli misali. Saçımın rüzgarda uçuşunu, rüzgarın tenime değişini ve tüylerimin ürpertisini hissederdim ta en derinden. Bir kulağımda dalgaların, kuşların bitmek bilmez sesi, diğerindeyse hafif bir müzik. Huzurun tanımı. Gözlerimi açtığımda kafamdaki dertler buharlaşmış ve ben, yeniden doğmuş olurdum.




   Boğazın bu denli rahatlatıcı etkisine rağmen üniversitede unuttum dostumu. Uzak olduğundan ya da derdimin olmamasından değil, sanırım kendime vakit ayırmanın anlamını unuttum. Üniversitenin o canlı, hareketli, yoğun hayatından mıdır nedir ruhumu beslemeyi unuttum, durup biraz kafamı dinlemeyi. Bu karmaşanın, gürültülü hayatın yanına sakin, sessiz, huzurlu geçen birkaç dakikayı es geçtim. Sanırım bunun acısını şimdi açıkça görüyorum. Belki bunda yakın zamanda yaşadığım bir kaybın da etkisi vardır, bilemiyorum. Ama tek bildiğim, kendimi soğuk bir suya öylece bırakmak istediğim. Hiçbir yere varma çabası olmadan, akıntı beni nereye götürürse oraya gitmek. Ya da köşeme çekilip sadece kitap okuyup müzik dinlemek ara sıra da ağlamak istiyorum.



   Ama ne yazık ki hayatın "durdur" butonu yok. Bir şekilde bir şeyler yaşanmaya devam ediyor, bizim yaşamaya gücümüz, enerjimiz olmasa bile. Ne olursa olsun kaybolduğum labirentten bir şekilde çıkmam lazım, kaybettiğim ruhumu bulup canlandırmam lazım. Sevmiyorum ben bu ruh halini. Sevmiyorum gülmeyen yüzümü, parlamayan gözlerimi. Doyasıya güldüğüm, şen şakrak konuştuğum, neşe dolu olduğum günler nerede şimdi? En yakın zamanda geri gelecekler mi? Fazla geç kalmayın, dayanacak gücüm kalmadı artık.

28 Mar 2016

Fedakarlık

   Herkese merhaba! Bir süredir yazamıyorum, kusuruma bakmayın, derslerim yoğun biraz bu aralar. Yoksa sizi unuttuğumdan değil!:) Nisan ortasına kadar çok yazamayabilirim, affınıza sığınıyorum. Ama fırsat buldukça yazacağım!

   Bu kadar konuyu uzattığın yeter ne diyeceksen söyle de gidelim, işimiz gücümüz var dediğinizi duyar gibi oldum. Tamam başlıyorum, kızmayın hemen! :)

   Fedakarlık, ilişkilerin olmazsa olmazlarındandır. Sırf insanlarla olan ilişkinizde de değil yaptığınız işle, hobiyle ilişkilerinizde de önemli bir yer tutar. Tabi bu tür ilişkilerde fedakarlık tek taraflıdır ama bir şekilde karşılığını alırsınız.

   Gelelim insan ilişkilerinde. Her şeyde olduğu gibi fedakarlığın fazlası da, yani artık kendinizden ödün verme aşamasına gelmek de, ilişkiler için yıpratıcıdır. Hele ki karşınızdaki bunu fark etmiyor ve önemsemiyorsa bir süre sonra sizi mutsuzluğa itebilir. Dengelenmesi ve tek taraflı olmaması çok önemlidir. 




   Bazı ilişkilerde fedakarlıkların karşılığı çok geç alınabilir ya da hiç alınmayabilir. Hangi ilişkilerde mi? Anne-babanın çocuğuna yaptığı fedakarlıklar. Eğer çocuk bunları fark ederse yetişkin bir birey olduğu zaman anne-babasının ihtiyacı olduğunda elinden gelen her şeyi yapacaktır, onu yalnız bırakmayacaktır. (Her evlat yapar bunu zaten demeyin. Ne yazık ki yapmayanlar da vardır.)




   Büyürken fedakarlık gören çocuk bunu fark ederse yaşadığı ilişkilerde de karşı taraftan bu fedakarlığı görmek ister. Tabi bunlar daha çok kız çocukları için fedakarlık yapan babaların veya erkek çocukları için fedakarlık yapan annelerin çocuklarında görülen bir durumdur. Yani en azından kendi hayatımdan ve gözlemlerimden bu sonucu çıkartıyorum. Beni karşılıksız seven ve benim için birçok fedakarlıkta bulunan bir babaya sahip olduğum için ilişkilerimde de bana böyle yaklaşan birisini arıyordum hep. (Bu yazımı da okuyorsan seni her şeyden çok seviyorum babacığım! Sen benim hep kahramanım olarak kalacaksın!) Ve sanırım buldum da o kişiyi.


  

   Herkes fedakarlık yapmaz ve herkes fedakarlığı önemsemez ya da beklemez. Ama benim fikrim aşırıya kaçmadan her türlü ilişki biçiminde karşılıklı olarak fedakarlık yapılmasıdır.

   Şimdilik benden bu kadar. Benim fedakarlık konusundaki düşüncelerim, gözlemlediklerim bunlar. Sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum! Kendinize dikkat edin. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Hoşça kalın.

22 Mar 2016

Bir gülüş, Bir dünya

   En çok neyini seviyorum biliyor musun sevgilim? Gülüşünü... Sen güldüğün zaman, etrafımdaki her şey önemini yitiriyor. Bulanıklaşıyor dünya birdenbire. Seyredalıyorum, kayboluyorum gülüşünde. Benim limanım, sığınağım gülüşün. İçimi ısıtan, huzurla dolduran, beni dünyanın en mutlu insanı yapan gülüşün. Kendimi evimde hissettiğim, özgür olduğum yer.

 
 Suratını asınca sen, cehenneme dönüşüyor dünyam. Sanki biri kalbimi eline alıyor da sıkıyor gibi hissediyorum. Aldığım nefes alev gibi yakıyor içimi. Hele de yanında olmadığım zaman üzgünsen... Lanet okuyorum mesafelere. Sevmediğimiz halde her gün görmek zorundayken bazı insanları neden diyorum, neden sevdiklerimizin her zaman yanında olamıyoruz? O an "Keşke mühendis olsaydım da ışınlanmayı bulsaydım." diyorum kendime. Ben bulamasam da birilerinin bulması gerek artık! 


   Yanında olsam izin vermezdim yüzünü asmana. Kediliğimi konuştururumdum, yapardım bir şirinlik, güldürürdüm seni. He baktım gülmüyorsun o zaman kızardım sana. Bir derdin, sıkıntın varsa tabi durum başka. Sarılırdım sana, okşardım saçlarını. Ah mesafeler...

   O yüzden asma yüzünü be sevdiğim. Dayanamıyorum ben burada. İstanbul zindan gibi geliyor bana. Söz ver bana o gülümsemeni yüzünden hiç eksik etmeyeceğine dair. Neşem kaçıyor benim de sonra. Göremesem de hissediyorum ben gülüşünü. Lütfen izin verme kaybolmasına onun. Hele de ben uzaklardaysam...


   Bugün içimden geçenleri yazmak istedim sizlere. Umarım beğenmişsinizdir. Kendinize çok cici bakın görüşünceye kadar!

21 Mar 2016

Küçük bir ışık

   Bu sabah uyandığımda içimde bir sıkıntı vardı. Gerçi sadece bu sabah için de değil, bu aralar genelde böyle bir ruh haline sahibim sanırım. Biraz karamsarım. Canım da pek bir şeyler yapmak istemiyor. Böyle zamanlarda insan, tutunacağı bir şeyler arıyor etrafında. Bir çıkış yolu, bir ışık...



   Ve tam böyle bir anda umut çıkıyor sahneye eğer içinizdeki Pollyanna ölmemişse. Bir anda küçücük bir ışık yetiyor içinizdeki karanlığı dağıtmaya. Küçücük de olsa içinizde bir güç buluyorsunuz. Hayat bir anda daha da güzelleşiyor gözünüzde. Her yerde çiçekler açıyor, hatta ılık bir rüzgâr okşuyor teninizi mevsim kış olsa bile. Alman filozof Arthur Schopenhauer'un dediği gibi "Umut, yaşamı anlamlandırır. Umut olmadan yaşam anlamsız ve bir o kadar da değersizdir."




    Hayat zor ve karmaşık bir süreç. İçimizdeki Pollyanna'yı öldürürsek, umudumuzu kaybedersek nasıl yaşanır kılacağız hayatı? Bu zorlukların üstesinden nasıl geleceğiz? Bardağın hangi tarafından hayata baktığımız bizim seçimimiz.

   Yazımı bitirmeden önce belki de unuttuğumuz şarkılardan biriyle veda etmek istiyorum size. Bu şarkı hepimize ışık olsun. Özellikle bu günlerde içinizdeki Pollyanna'yı özgür bırakın, keşfedin. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, hoşça kalın! 

20 Mar 2016

Hasret

   Hasret... Bu sözcük bana hep "hasretler ayrılıkla başlar" şarkısını hatırlatır. Daha çok ayrılığı anlatsa da bu şarkı hasreti de çok güzel tanımlamış  bana göre. Hasret çekebilmek için önce ayrılmak gerekir. Bu ayrılık tamamen kopmak demek değildir her zaman için. Sevgilinizin, eşinizin, arkadaşınızın, ailenizin yanından ayrılmak da hasret için yeter. Ya da çok sevdiğiniz bir eşyanızdan ayrı kalmak da. Kavuşacağınızı biliyorsanız nisbeten daha kolaydır bu süreç. Ama tamamen kopmuşsanız içiniz kan ağlar şarkının da anlattığı gibi. 




   Kavuşacağınızı bilseniz de bazen çok acıtır hasret yüreğinizi. Onu düşünürken gözleriniz dolar istemsizce. Hatta belki birkaç göz yaşı süzülür gözlerinizden fotoğraflara bakarken, anıları tekrardan yaşarken. Sabırsızlıkla ona kavuşacağınız günü beklersiniz ama bir türlü gelmez. Onun yanındayken su gibi akıp giden zaman sanki demir atmıştır. Bir dakika bile bin yıl gibi gelir size. Sürekli kavuşma anını düşünürsünüz, ne kadar mükemmel olacağını. 




   Nihayet o an geldiğinde içinizi büyük bir heyecan kaplar. Kalbiniz pır pır eder bir kuş misali. Onu uzaktan gördüğünüzde eliniz ayağınız titrer, nefesiniz sıklaşır, ne yapacağınızı bilemezsiniz. O zaman anlarsınız özlemenin güzelliğini. Her şeye değdiğini hissedersiniz ona sarıldığınızda. Tüm acılar uçup gitmiştir ve yerini, çok büyük bir huzura, mutluluğa bırakmıştır. O duygunun, o hissin yerine başka bir şey gelemez.




   Bir ilişkiyi canlı tutan, özel kılan belki de bu hasret duygusudur. Ona sarılmanın ne demek olduğunu anlarsınız. Sırf sevgiliniz için de değil bu, sevdiğiniz her kişi için geçerli. Ne yazık ki insan bazen sahip olduklarının, elindekilerin değerini unutuyor. Bir kişiyi tamamen kaybetmeden o kişinin değerini bilmek önemli her şey için çok geç olmadan. 

   Bugünlük de benden bu kadar. Kendinize çok iyi bakın! Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Hoşça kalın! Sevdiklerinize bunu söylemeyi, göstermeyi, hissettirmeyi unutmayın! 

16 Mar 2016

Aldatmak

   Aldatma belki de bir ilişkiyi yaralayan en büyük unsurdur. Hatta çoğu zaman ilişkinin bittiği anlamına gelir. Peki insanlar ilişkilerinin biteceğini bildiği halde niye aldatır? İlk olarak ister kadın olsun ister erkek olsun aldatma, tamamen kişilikle ilgilidir. Aldatmak, zayıf bir kişiliğe sahip olanların yapacağı bir eylemdir. Benim fikrim, karşı tarafı aldatmaksa ilişkiyi bitirip yeni bir yola öyle adım atmak gerekir. Çünkü aldatmayı düşünen kişi, kafasında ilişkiyi bitirmiştir zaten.



  
   Bu yüzden bu yazımda aldatan taraf şu sebeplerden aldatır gibi şeyler yazmayacağım. Aldatılan tarafın hislerini ve bunun hayatı üzerine etkisini yazmak istiyorum.

   Aldatıldığını öğrenen kişi ilk olarak bunu kabullenemez. "Yok canım aldatmamıştır." gibi tepkiler verir. Çünkü bu kabullenmesi kolay bir şey değildir ve bunun karşı tarafı ne kadar sevdiğinizle de ilgisi yoktur. Deli gibi aşık olduğunuz ve güvendiğiniz birinin bu ihaneti elbette size daha çok koyar ama öyle çok büyük bir aşk duymadığınız birinin ihaneti de sizi çok yaralar. Neden mi? Çünkü her şeyden önce gururunuz, özgüveniniz zedelenmiştir. Bu yüzden kabul ettikten sonra bir türlü bunu kendinize yediremezsiniz. "Bunu bana nasıl yapar?", "Beni nasıl aldatır?" gibi soruları düşünür, kendinizi yersiniz. Durup durup kendiniz için ağlarsınız belki de. Hele daha önce bir şeyler fark edip de üstünde durmadıysanız daha çok yanar içiniz.

   Yavaş yavaş bu durumu atlattıktan sonra geriye güvensizlik kalır. Karşı tarafa olan güveninizin yerinde yeller esiyordur artık. Tanıştığınız her kişiye "Bu kesin beni aldatır." gözüyle bakıyorsunuzdur. Oldu da bir ilişkiye başladınız küçücük bir ilgisizlikte kafanızda acabalar cirit atıyordur. Bunun karşı taraf ile ilgisi yoktur, daha önce kırılan özgüveniniz, gururunuzdur buna sebep olan. Hele bir de karşı taraf bu ihaneti size bir şekilde hatırlatıyorsa atlatamazsınız bir türlü. O yüzden içinde bulunduğunuz ilişkide ya da bulunacağınız ilişkide karşı taraf yakın bir zamanda aldatıldıysa onun üstüne çok gitmeyin. Endişelerini, korkularını anlamaya çalışın. Unutmayın ki onca şeye rağmen kalbini size açmış, güvenmiş. Bunu, geçmişinde yaşadığı kötü tecrübeyi hatırlatarak mahvetmeyin. Sonra bazı şeyleri toparlamak, düzeltmek için geç kalmış olabilirsiniz.

   Aldatıldıktan sonra karşı tarafı affedip ilişkiye devam ederseniz de bu sefer içinizde sürekli bir şüphe olacaktır. Eğer gerçekten ilişkinize devam etmek istiyorsanız hem kendi ruh sağlığınız hem de ilişkinizin sağlamlığı açısından bir uzmandan yardım alın. Yoksa eninde sonunda bir yerde bir şeyler kopar.

   Bugünlük de benden bu kadar! Hepinize iyi günler dilerim! Kendinize çok dikkat edin!

14 Mar 2016

Kayıp

   Sevdiğiniz birini sonsuza kadar kaybetmek sizi yaralar. Onun gidişi içinizde kocaman bir boşluk yaratır. Bir anda eksilmişsinizdir. Hele bir de beklemediğiniz bir kayıpsa... Neye uğradığınızı şaşırırsınız bir an. Sanki birileri size kötü bir kamera şakası yapıyor gibi gelir, inanmak istemezsiniz. Kötü bir kâbusta olduğunuzu düşünürsünüz ve çaresizce uyanmak için çabalarsınız. Günler geçtikçe içinizdeki kara delik büyür ve sizi içine çeker. Ruhunuz sizi terk etmiş de bedeniniz bir şekilde nefes almaya devam ediyormuş gibi gelir size. Yaptığınız hiçbir şeyin anlamı, önemi kalmaz. Kendi içinizde boğulmuşsunuzdur çünkü. Her gün gördüğünüz ya da bir şekilde sesini duyduğunuz kişi artık ulaşamayacağınız bir yerdedir. Önceden onun saçlarını, yüzünü okşayan elleriniz şimdi buz gibi bir mermerin, toprağın üstünde geziniyordur. Onun ismini duyduğunuzda boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, nefessiz kalıyorsunuz. Ona olan özleminiz arttıkça pişmanlıklar, keşkeler bırakmıyor yakanızı. Ona sarılamadığınız, dokunamadığınız, sesini duyamadığınız her an aldığınız nefes değersizleşiyordur. Göz yaşlarınız onu size getirmek istercesine durmadan süzülüyordur gözlerinizden. Siz farkında olmadan günler akıp gidiyor eskisi gibi. Hayat bir şekilde devam ediyor siz onu yaşayamasanız da. Zamanla geçer deseler de her biten günle birlikte içinizdeki yara daha çok kanıyordur umarsızca.



   Siz bu durumdayken duyduğunuz hiçbir söz, hiçbir teselli yetmez bu karmaşanın etkisini azaltmaya. Hatta bazı sözler içinizi daha çok kanatır. Herkesten, her şeyden uzaklaşmak istersiniz. Tek ihtiyacınız olan sizi sımsıkı saran birinin omuzu ve o omuzda hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlamaktır. O an hiçbir söz o sarılma kadar destek olamaz, iyi gelemez size. O sarılmadan başka hiçbir şey istemezsiniz.

   Bu yüzden sevdiği birini kaybetmiş yakınınıza karşı her zamankinden çok daha dikkatli olmalısınız. Eğer bu kişi sevgilinizse her zamankinden daha anlayışlı olmalısınız çünkü o her zamankinden daha kırılgan. Yaşadıklarını asla küçümsemeyin çünkü bu onu daha çok yaralar. Yanında olduğunuzu her fırsatta belirtin ve bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorun. Ne anlatıyorsa dikkatlice, ilgiyle dinleyin ve en önemlisi ağlıyorsa engellemeye çalışmayın.

   Zor bir süreç ama bir şekilde bu da geçecek. Sabırlı olun. Bir sonraki yazımda görüşünceye kadar kendinize cici bakın.

13 Mar 2016

İlişkiyi yaralayanlar

   Karşınızda yine ben! Bugün çok yoğun olmayan bir gün geçirdim o yüzden de şu an çok mutluyum. Umarım sizin de gününüz güzel geçmiştir. Bugün sizlere bir ilişkiyi yaralayan davranışları, huyları yazmak istiyorum. Hadi bir an önce başlayalım! :)



   Tabi bunlar kişiden kişiye, ilişkiden ilişkiye değişebilecek şeylerdir. Ama genel olarak bir ilişkiyi ayakta tutan bazı unsurlar vardır: sevgi, saygı, güven, değer, özen, ilgi vs. Bu unsurların yokluğu ya da aşırılığı bir ilişkiyi sarsabilir. Ne demiş atalarımız azı yarar, çoğu zarar :)

   Bu temel özelliklerin dışında aşırı kıskançlık, anlayışsızlık, tahammülsüzlük gibi zamanla istemeden oluşabilecek davranışlar da yine bir ilişkiyi yaralayan şeylerdir. Eğer törpülenmezse bir ilişkinin bitmesine sebep olabilir. Eğer sizde ya da karşı tarafta aşırı olduğunu düşündüğünüz davranışlar varsa bunları oturup tatlı dille konuşmalısınız. Tabi eğer ilişkinizin bitmesini istemiyorsanız. :) Peki bu özelliklerimizi nasıl törpüleyeceğiz? Benim tavsiyem ve kendi yaptığım şey, bir defter alıp kendimde ve karşı tarafta aşırı bulduğum özellikleri yazmak ve kendiminkilerini kendimle konuşarak üstesinden gelmek. Örneğin eğer çok kıskançlık yapacaksam alıyorum kalemi kağıdı elime yazıyorum. Böylelikle abartılardan kaçınmış oluyorum ve mantıklı bir şekilde kıskanmış oluyorum. :) 

   Bunlar dışında ben hangi huylarımı kontrol altına almaya çalıştığımı söyleyeyim sizlere. İlk olarak uzak ilişki yaşadığım için sürekli sevgilimle konuşmak istiyorum ve bu bir süre sonra iki tarafında kendine zaman ayıramamasına ve iki tarafın da mutsuz olmasına yol açıyor. Bir ilişkiye başladığınızda ya da içinde bulunduğunuzda karşı tarafın da bir hayatı olduğunu unutmamalısınız. Bunun dışında çabuk alınmam ve sinirlenmem. Sinirlenince kendimi kaybedip kırıcı şeyler söyleyebiliyorum ve bu da karşı tarafta geçmeyecek bir kırgınlık yaratabiliyor. O yüzden sinirliyken konuşmamanızı tavsiye ederim daha sonra pişman olmamak için. :)

   Tabi bu özellikler kişiden kişiye ve ilişkiden ilişkiye değişir ilk başta da söylediğim gibi. Ben sadece kendi gördüklerimi ve etrafımdakilerin fikirlerini derlemeye çalıştım elimden geldiğince. Bu huyları, davranışları bulacak ve görecek kişi siz ve sevgilinizdir. :) 

   Bugünlük benden bu kadar! Umarım hepinizin güzel, mutlu ve sorunsuz ilişkileri vardır/olur. Bir sonraki yazımda görüşünceye kadar kendinize çok güzel bakın, dikkatli olun! :)

9 Mar 2016

İlham perilerim

   Merhabalar! Bugün sizlere yazmak için sabırsızlandım resmen! Neden mi? Şimdi efendim bugün sizleri birileriyle tanıştırmak istiyorum. Kendileri blogumun ilham perileri oluyor. Tamam tamam sizi daha fazla merakta bırakmadan kendilerini sunayım.


   Ve huzurlarınızda Eciş ile Bücüş! Aralarındaki boy farkına, Eciş'in Bücüş'ün çocuğu gibi durduğuna bakmayınız efendim, kendileri uzun zamandır sevgililer.

   Eciş ufak tefek görünür ama kendisi çok idealistir. Bunun yanında enerjik ve eğlencelidir. Bücüş ise göründüğü gibi çok tatlı, nazik ve romantiktir. Uzun uzun şöyleler böyleler diye anlatmak istemiyorum size. Zamanla kendilerini tanırsınız zaten. :)

   Bazılarınızın "Ee tanışma hikayeleri nedir?" diye sorduğunu duyar gibiyim. O konu biraz karışık olmakla birlikte kısaca özet geçeyim. (Tabi ben hikayeyi sadece Eciş'ten dinledim çünkü Bücüş bu konuları paylaşmayı pek sevmiyor.)

   Bir zamanlar Eciş aşk acısı çekerken karşılaştığı amatör bir müzisyenden hoşlanıyor ve aralarında ilişkimsi (Eciş'in tanımı :) bir şey yaşanmaya başlıyor. Zamanla bu müzisyen arkadaşımız Eciş'e soğuk davranıyor ve Eciş, bu durumu sevgilisinin arkadaşı Bücüş'le konuşuyor, ondan yardım alıyor. Derken müzisyen sevgili Eciş'i kötü bir şekilde terk ediyor ama Eciş ile Bücüş konuşmayı sürdürüyorlar ve bir süre sonra birbirlerinden hoşlanmaya başlıyorlar. En sonunda birbirlerine açılıp yakınlaşıyorlar ve ilişkileri filizlenmeye başlıyor!

   Neyse efendim, uzun lafın kısası Eciş ile Bücüş, hayatlarından oldukça memnun. Ee bize de onlara mutluluklar dilemek düşer. Bugünlük benden bu kadar! Kendinize çok güzel bakın! En kısa zamanda görüşmek üzere, hoşça kalın!

8 Mar 2016

Uzak ilişki

 
   Yazmaya başlaya başlaya bu konudan mı başladın demeyin. Hızla büyüyen internet dünyasıyla birlikte birçok kişi sanal ortamda birileriyle tanışıp sevgili oluyor ve bu ilişkilerin bir kısmında arada mesafeler oluyor. Farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde bir ilişkiyi sürdürmeye çalışan bir sürü insan var. Hatta İstanbul'da yaşıyorsanız farklı yakalarda olmak da trafik yüzünden uzak ilişkiye girebilir :) Tabi diğerlerinin yanında daha masumane kalıyor orası ayrı.

   Ben size bu ilişkinin yürümeyeceğini, bu tür ilişkiler şöyle kötüdür böyle kötüdür demeyeceğim. Zaten etrafımızdaki birçok insan bu tür şeyler söyleyip canımızı fazlasıyla sıkıp kafamızı karıştırabiliyor.Eğer iki taraf da gerekli özeni gösterirse bu ilişki yürür arkadaşım! Nasıl mı? Şimdi şöyle ki bir ilişkide olmazsa olmaz unsurlar uzak ilişkimizde sağlanırsa bu ilişkinin yürümemesi için hiçbir neden olmaz. Evet sizin de dediğiniz gibi güven, saygı, sevgi. Tabi bunların oluşması için o insanı sadece sanal ortamdan tanımanız yetmez,mutlaka yüz yüze de gelmeniz gerekir. Bir arkadaşım bana karşı tarafın davranışları, konuşma şekli, oturup kalkması önemli demişti ama ben onu o zamanlar pek dinlememiştim. Ben de önemli olduğunu biliyordum ama bir kişiye karşı bakışımızı tamamen değiştirebileceğine inanmıyordum ve gelin görün ki arkadaşım haklı çıktı. Telefonda konuşurken mükemmel olduğunu düşündüğüm erkekle buluştuğumda tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradım. Uzun lafın kısası yüz yüze gelmek şart sevgili adayımızla. :) Tabi bu sevgili adayınızı daha önceden tanıyorsanız ve çeşitli sebeplerden aranıza mesafeler girdiyse biraz daha şanslısınız demektir.

   Şimdi size biraz kendi ilişkimden bahsetmek istiyorum. Yaklaşık 3 aydır uzak mesafe ilişkisi içinde bulunmaktayım. (Biliyorum uzun bir süre değil ama şimdiki konumuz başka) Bizim ilişkimizi ayakta tutan en önemli unsurlardan biri birbirimize uzakta olduğumuzu hissettirmemek. (3 temel özelliğin varlığını söylememe gerek yok sanırım :) Bunu nasıl başardığımızı sizinle paylaşmak çok isterdim ama inanın ben de bilmiyorum. Sanırım gerçekten sevmek, hissetmek demekmiş :) Uzun süren ayrılıklar yaşadığımız için birlikte geçirdiğimiz zamanların değerini biliyoruz ve elimizden geldiğince bu zamanları kaliteli geçirmeye çalışıyoruz. Anladım ki bir ilişkide kaliteli vakit geçirmek çok önemliymiş. Ayrıca bu ayrılıklar bize küçücük şeylerin bile değerini bilmeyi öğretiyor. Bunlar ne mi? Sarılmak, bakışmak, elini tutmak, yüz ifadesini izleyebilmek ve daha aklınıza gelebilecek birçok basit şeyler. Son olarak tabi ki özlem. Bazen dayanılmaz boyutlara ulaşsa da sevdiğini özlemenin ve ona kavuşacağın günleri saymak bana göre paha biçilemez! :)

   Evet uzak mesafe ilişkisini yürütmek normal bir ilişkiye göre çok daha zor ama hayatta kolay olan ne var ki? Şimdilik hoşça kalın! En kısa zamanda görüşmek üzere! :)


 

 

Başlamadan önce...


   Korkmayın hemen, uzun uzun kendimi anlatmayacağım. Hatta hiç anlatmayacağım diyebilirim. Biraz gizem iyidir her zaman :)
 
   Neyse gevezeliği bir kenara bırakıp ciddi bir iki şey söyleyeceğim sizlere. Blogumunda daha çok aşk,ilişkiler üzerine tecrübe ettiklerimi, araştırmalarımı yazacağım. Neden mi bu konuda yazıyorum? Günümüzde çoğu insan yalnız olmaktan şikayetçi. Hayatımızın her alanında olduğu gibi ilişkilerimizi de hızlı tüketmeye başladık. Durun ya, yaşlı ninelerimiz gibi öğütler vermeyeceğim. Amma da sabırsızsınız he! Amacım yaşadığım iyi kötü deneyimleri size aktarmak ve yazma ihtiyacımı gidermek.

   Sözü fazla uzatmamın anlamı yok. Daha baştan sizi sıkıp kaçırmak istemem. Kendinize çok cici bakın! Görüşmek üzere. :)